Benim bir zamanlar Dede Korkut’um vardı. Pir Sultanım, Karacaoğlan’ım, elindeki kılıcını dağlara doğru kaldırarak Bolu beyine Türkçe meydan okuyan Köroğlu’m vardı. Sırtını dağlara dayayan Dadaloğlu ile dertleşir, Yunus’umla Allah’ı arar, gölü mayalamaya çalışan hocam Nasrettin’le gülerdim. Kaygusuz’ la Kerbelâ şehidi gönüllerin reyhanı Hz. Hüseyin’e ağlar, Dursun Fakıh ile Osman Gazi’nin Bizans elindeki cihatlarını konuşurduk Seyyid Battal Gazi Baba’dan İstanbul’u, koç yiğit Malkoçoğlu’ndan Macaristan’ı. Tarık Bin Ziyad’dan İspanya’yı dinlerdik. Ahmet Yesevi “Evlat” derdi bana… Hacivat’ la Karagöz dünyasının “pişekârıydım” ben. Karamanoğlu Mehmet Bey, Türkçemizin bekçisiydi.
On yıllar var ki, buralara uğramaz oldular. Önce kırmızı burunlu, şişko, utancından değil içtiği şaraplardan yüzü kızarmış evlere kapı yerine bacalardan giren densiz sarhoş Noel Baba geldi Semtimize, Sonra onun nereden peydahladığı bilinmeyen şımarık, züppe torunları volta attılar şehir meydanlarında… Çağdaşlaşıyor muyduk bilmiyorum ama yozlaşıyorduk.
Hipermarketler, shopping center’ler, trendler, inler-autlar showlar, cafeler, duplexler, triplexler, agualandlar, mediumlar, larclar, xlarclar, djler-vjler, mauslar, klâslar, fastfoodlar, fast-lovelar, net booklar, rezervasyonlar, transverler, defanslar ve daha niceleri dilimize girdi. Âşık olduğumuz insana önce “ I Love You” , Sonra “Always Love You” demeye başladık. Adımız Ahmet’ti, Mehmet’ti, Ayşe’ydi, Fatma’ydı. müslüman ananın müslüman babanın evladıydık. Ama İngilizce düşünüp, “Turkche “ konuşup, kırmızı kukeletalarla, takma sakallarla güya eğleniyorduk.
Nasrettin Hoca’mın fıkraları ile güldüğüm, Yunus’umun şiirleriyle eridiğim, Aşık Veysel’in sözleriyle piştiğim, Köroğlu’nun isyanı ile coştuğum, Fatih’ten, Yavuz’dan bize miras bu Müslüman memleketin sokaklarında bu bize yabancı, başkalarının babası geyikçi sarhoş “Noel Baba’nın” ! ne işi var.
Müslüman genç kendine ilham arıyorsa dışarıda değil kendi özünde aramalı;
ABDULHAMİD HAN’IN TORUNU MÜSLÜMAN GENÇLİK,