petshop
kurtköy escort

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu 2023 deneme bonusu veren siteler

Ahmet ANAPALI
Köşe Yazarı
Ahmet ANAPALI
 

Necip Fazıl'ı Anmak mı?, Yoksa Anlamak mı?...

    Kahramanmaraş’ın köklü ailelerinden “Kısakürek”lerden gelen Üstad Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1904’de İstanbul-Çengelköy’deki 20 odalı 4 katlı bir konakta doğmuştur. Dedesi, devrin meşhur hukukçusu ve Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han’ın katili Mithat Paşa’nın idam kararını veren Mehmet Hilmi Efendi’dir. Üstadımız 4 yaşında babaannesi Zafer hanım’ın gayretleri ile okuma yazmayı öğrenir.       5 yaşında “Batı Edebiyatı” dersleri almaya başlar. 6 yaşında sürgünde bulunan sabık Osmanlı Padişahı Abdülhamid Han’a dedesi adına mektuplar yazmaya başlar. Üzerine iki minder konulan bir sandalyeye oturur ve dedesinin söylediklerini yazarmış. Ama düşünün henüz 6 yaşında ve Abdülhamid Han’a mektup yazıyor…       10 yaşına geldiğinde Batı edebiyatı adı altında toplanan tüm ciddi eserleri okuyup bitiriyor. Sırasıyla Amerikan Koleji, Fransız Koleji, Askeri Deniz Lisesi (Bu okulda Edebiyat Öğretmeni Yahya Kemal’dir.), İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümü ve 1924’de girdiği bir sınavı kazanarak gittiği Fransa Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümü…(Bu bölümün başında dünyanın en meşhur filozoflarından Henry Bergson bulunmaktadır.) Türkiye dönüşü çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Sonraki yıllarda başındaCelal Bayar’ın bulunduğu Türkiye İş Bankası Genel Müfettişliği görevini sürdürdü. Bu dönemler için kendisi “Kafa Kağıdı” isimli eserinde; maaşımın sınırsız olduğu Beylerbeyi’nde 3 katlı tripleks bir villada yaşayıp, BMW marka makam aracına sahip olduğum yıllardı.” Demektedir.       Her şeyi vardır. Tüm davetlerin aranan şeref konuğudur.Hayatında her şeye sahiptir. Lüks evler, lüks arabalar, şan, şöhret, para Necip Fazıl için olağan şeylerdendi. Her şeyi vardır ama mutlu değildir. Müthiş bir “Manevi boşluk” yaşamaktadır. Bir gün Üsküdar-Eminönü arası bir vapurda otururken içinde bulunduğu manevi boşluğu düşünür. Bu arada gemi limana yanaşmıştır. Derken tam karşısında oturan ve sonradan isminin Şakir olduğunu öğrendiği bir adam Üstadın dizine dokunmuş ve ; “Üstad senin sıkıntının devası Beyoğlu “Ağa Cami”indedir. Pazar akşamı oraya gel demiştir. Kimdir bu adam ve içinden geçirdiği düşünceleri nasıl oldu da anlayabildi.       Bu sorular bir süre üstad için muamma olarak kalacaktır. Soğuk bir kış günü Necip Fazıl, arkadaşı RessamAbidin Dino ile beraber Beyoğlu’ndadır. Aklına vapurda yaşadığı o ilginç hadise gelir ve Dino’ya “—Haydi gel şu cami’ye bir girelim” der ama Dino cami’ye girmeye yanaşmaz, ve yolları ayrılır. İşte kaderin cilvesi tevafuk etmiştir. Üstad tek başına camiye girer.Cami’de, bir pir-i fani ihtiyar adam oturmuş bir grup genç bu ihtiyarın etrafında hilal yapmış sohbet ediyorlar. Yaşlı adam kapıda Üstad’ı görünce gülümser ve “—Hoş geldin evladım, biz de seni bekliyorduk” der kalabalık derhal bir kişilik yer açar. Necip Fazıl o boşluğa oturur, ve bir daha asla o meclisten ve hocası Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin huzur-u manevisinden kalkmaz. Ölene kadar… Bu hadise için sonraları üstad ;   “Siz bana can alıcı gözlerle bir kez baktınız   “İslam çivisini beynime çaktınız” diyecektir.       İş Bankasındaki Müfettişliğin yanı sıra, İstanbul Üniversitesinde Felsefe profesörlüğü, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi ve Robert Koleji’nde Batı Edebiyatı hocalığı yapmaktadır. Bu devlet vazifelerinin yanı sıra “Ağaç” isimli bir de dinî motiflerle bezenmiş bir mecmua çıkartmaktadır.       Bir gün Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun evinde Başbakan İsmet İnönü; Üstad’a “ya hocalık ve müfettişlik vazifelerini bırak ya da dergi çıkartmayı” der. Bu teklif karşısında Necip Fazıl bir an bile düşünmeden, “ Siz iktidarın kuvvetiyle bir tank olup Müslümanları ezmeye çalışıyorsunuz.       Ben ise sizin kuvvetinize kıyasla bir piliç kadar güçlüyüm. Fakat bu zayıf piliç vücudumla sizi durdurmak için Tanklarınızın önüne atlamaktan bir saniye bile imtina etmeyeceğim. Tabi ki devlet vazifelerinden istifa ediyorum” demiştir. Bir gün sonra üniversitelerdeki ve bankadaki vazifelerini bir istifa mektubu ile bırakır. Kendisini tamamen edebiyat sahasına iter.Beylerbeyi’ndeki tripleks villayı boşaltır. Aksaray’da köhne ve ahşap bir binanın giriş katına yerleşir.       Yıllar Necip Fazıl için artık kah zindanlarda kah sürgünde kah ise dışarıda geçmektedir. Ehl-i tarik olan Necip Fazıl Arvasi koluna müntesip bir “Nakşibendi”dir, ve ölene kadar da bu yolu terk etmeyecektir.1950-1960-1970-1980 li yıllar üstad için hep hapis dolu zindan dolu yıllardır. “Büyük Doğu Dergisini” hep, ama düzensiz çıkartmıştır. Bir makalesinde “ALLAH” dediği için bile hapse girmiştir. Malatya’da Hüseyin Üzmez İsimli bir genç devrin büyük yazarlarından Ahmet Emin Yalman’ı vurur.       Bu suçtan dolayı bile Rahmetli Üstad Necip Fazıl İstanbul Erenköy’deki evinden alınır ve hapse atılır. Üstad ne yaparsa, ne söylerse suçtur artık. Memlektetin bir yerinde bir genç birini vursa suçlu olarak yazılarıyla gençliği tahrik etmek matığı ile Necip Fazıl hapse gönderilir. Sistemin kalemlerine göre O potansiyel bir mikroptur. Ve yok edilmesi gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Milli Selamet Partisi’nin, Büyük Doğu Gençlik Kulübü’nün, devrin en mühim öğrenci birliği olan, Milli Türk Talebe Birliği’nin kurulmasında hep ön plandadır.       Türkiye Cumhuriyeti’nde Sultan Vahidettin’i aklayan ilk eser o’nun tarafından basılmıştır. Binlerce Şiir, Roman, Tiyatro eseri, Hikaye, Makale ve tez yazmış ve bunlar için çoğu zaman hapse girmiştir. Der ki, “ Ben en büyüğüm hikaye’de, tiyatro’da, Roman’da, Şiir’de, Makale’de, Polemik’te ben en büyüğüm, varsa bana rakip karşıma eser çıkartsın”. Demiştir. bu sözlerin muhatabı olarak da Din Aleyhtarı kesimi göstermiştir.       Fakat eserlerini okumayan Müslüman kesim bu sözleri üstüne almış ve üstad’ın bu sözlerini bencillik, kibirlilik, ve kendini beğenmişlik alametleri olarak anlamıştır. Halbuki Necip Fazıl bu sözlere şöyle bir açıklama getiriyor; Dünyadan Allah’a giden bir “Kurtuluş” gemisi var. O gemiye binen herkes ve her şey kurtulacak. O gemide bulunan eşyalar dahi emin ellerde olacak.       İşte ben İslam gemisini hemen kapısında olan ve içeriye her girenin ayağını sildiği “PASPAS” olmak iddiasındayım. İşte ben her alanda ve her edebî türde en iyiyim diyor fakat İslam gemisinde de “Paspas” olmak istiyorum. Bir gemi düşünün ki, girişte bulunan paspas bile her alanda en iyi, bir de bu geminin “KAPTAN KÖŞKÜ” var o köşk nasıldır hayâl edin. Demiş ve İslam büyüklerine hitaben ;   Sonsuzluk kervanı ardınızda ben Seksek seken topal köpeğim   Sonsuzluk kervanı ardınızda ben… demiştir.         25 Mayıs 1983 tarihinde Çapa Tıp Fakültesinde Hakkın rahmetine ve sevgilisine kavuşan Üstadımız Necip fazıl Kısakürek,Sultan Vahidettin’i öven yazılarından dolayı suçlu bulunmuş, devrin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından hapis kararı affedilmemiş ve hapse gönderilmiştir. Hapishane doktoru Çapa Tıp Fakültesine havale eder. Çünkü Kalp yetmezliği, Karaciğer büyümesi, Nefes darlığı, Kronik Bronşit, Hiper Tansiyon, gözlerde görme kaybı, kulaklarda işitme kaybı yaşamaktadır. Ve Bu halinde bile Sistemin tersi şeyleri hapse girme pahasına söylemektedir.       Vefatından 10 gün önce 15 Mayıs’ta bir dostu, kulağına eğilir ve bağırarak, “ Üstad talebelerinden Turgut Başbakan olmuştur” der (Ama seçimler henüz olmamıştır..) Bunun üzerine sanki on gün sonra ölecek olan kendisi değilmiş gibi ellerini genç bir eda ile havaya kaldırır ve, “—Kaldırın beni gün yatmak günü değildir.           Yapacak bir sürü işimiz var. Derhal gazeteyi çıkartmamız lazım” diyecektir. Bugün bu iman ve azim acaba hangi gençte bulunmaktadır. 25 Mayıs 1983 günü sabaha karşı Allah’ına, sevgilisine kavuşan Necip Fazıl Kısakürek, Benim de babamın omuzlarında ve 9 yaşındayken katıldığım “Cenaze Namazından” sonra yüzbinlik bir kitlenin omuzlarında ve tekbir sesleriyle Eyüp mezarlığındaki, hocası Abdülhakim Arvasi hazretleri’nin de hocalık yaptığı “Kaşgari” dergahı yolunda sol tarafa defnedilir.       Hayatı hep Allah uğrunda mücadele içinde geçen Necip Fazıl’ın tek derdi Türkiye’de Kur’an düsturundan sapmayan, İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk, Dışı içine mahkum, içi dışına hakim bir gençlik oluşturmaktı. Bu amacına galiba ulaştı. Elhamdülillah. Üstadım Mekanın cennet ravzan peygamber yanı olsun. Biz bayrağı senden teslim aldık.   Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes Ey kahbe rüzgar artık ne yandan esersen es.   Dedin ya biz de bu sözlere katılıyor ve YOLUN YOLUMUZDUR” diyoruz.   Allah’ın Rahmeti Üzerine Olsun.    
Ekleme Tarihi: 15 Aralık 2012 - Cumartesi

Necip Fazıl'ı Anmak mı?, Yoksa Anlamak mı?...

 

 

Kahramanmaraş’ın köklü ailelerinden “Kısakürek”lerden gelen Üstad Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1904’de İstanbul-Çengelköy’deki 20 odalı 4 katlı bir konakta doğmuştur. Dedesi, devrin meşhur hukukçusu ve Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han’ın katili Mithat Paşa’nın idam kararını veren Mehmet Hilmi Efendi’dir. Üstadımız 4 yaşında babaannesi Zafer hanım’ın gayretleri ile okuma yazmayı öğrenir.

 

    5 yaşında “Batı Edebiyatı” dersleri almaya başlar. 6 yaşında sürgünde bulunan sabık Osmanlı Padişahı Abdülhamid Han’a dedesi adına mektuplar yazmaya başlar. Üzerine iki minder konulan bir sandalyeye oturur ve dedesinin söylediklerini yazarmış. Ama düşünün henüz 6 yaşında ve Abdülhamid Han’a mektup yazıyor…

 

    10 yaşına geldiğinde Batı edebiyatı adı altında toplanan tüm ciddi eserleri okuyup bitiriyor. Sırasıyla Amerikan Koleji, Fransız Koleji, Askeri Deniz Lisesi (Bu okulda Edebiyat Öğretmeni Yahya Kemal’dir.), İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümü ve 1924’de girdiği bir sınavı kazanarak gittiği Fransa Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümü…(Bu bölümün başında dünyanın en meşhur filozoflarından Henry Bergson bulunmaktadır.) Türkiye dönüşü çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Sonraki yıllarda başındaCelal Bayar’ın bulunduğu Türkiye İş Bankası Genel Müfettişliği görevini sürdürdü. Bu dönemler için kendisi “Kafa Kağıdı” isimli eserinde; maaşımın sınırsız olduğu Beylerbeyi’nde 3 katlı tripleks bir villada yaşayıp, BMW marka makam aracına sahip olduğum yıllardı.” Demektedir.

 

    Her şeyi vardır. Tüm davetlerin aranan şeref konuğudur.Hayatında her şeye sahiptir. Lüks evler, lüks arabalar, şan, şöhret, para Necip Fazıl için olağan şeylerdendi. Her şeyi vardır ama mutlu değildir. Müthiş bir “Manevi boşluk” yaşamaktadır. Bir gün Üsküdar-Eminönü arası bir vapurda otururken içinde bulunduğu manevi boşluğu düşünür. Bu arada gemi limana yanaşmıştır. Derken tam karşısında oturan ve sonradan isminin Şakir olduğunu öğrendiği bir adam Üstadın dizine dokunmuş ve ; “Üstad senin sıkıntının devası Beyoğlu “Ağa Cami”indedir. Pazar akşamı oraya gel demiştir. Kimdir bu adam ve içinden geçirdiği düşünceleri nasıl oldu da anlayabildi.

 

    Bu sorular bir süre üstad için muamma olarak kalacaktır. Soğuk bir kış günü Necip Fazıl, arkadaşı RessamAbidin Dino ile beraber Beyoğlu’ndadır. Aklına vapurda yaşadığı o ilginç hadise gelir ve Dino’ya “—Haydi gel şu cami’ye bir girelim” der ama Dino cami’ye girmeye yanaşmaz, ve yolları ayrılır. İşte kaderin cilvesi tevafuk etmiştir. Üstad tek başına camiye girer.Cami’de, bir pir-i fani ihtiyar adam oturmuş bir grup genç bu ihtiyarın etrafında hilal yapmış sohbet ediyorlar. Yaşlı adam kapıda Üstad’ı görünce gülümser ve “—Hoş geldin evladım, biz de seni bekliyorduk” der kalabalık derhal bir kişilik yer açar. Necip Fazıl o boşluğa oturur, ve bir daha asla o meclisten ve hocası Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin huzur-u manevisinden kalkmaz. Ölene kadar… Bu hadise için sonraları üstad ;

 

“Siz bana can alıcı gözlerle bir kez baktınız

 

“İslam çivisini beynime çaktınız” diyecektir.

 

    İş Bankasındaki Müfettişliğin yanı sıra, İstanbul Üniversitesinde Felsefe profesörlüğü, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi ve Robert Koleji’nde Batı Edebiyatı hocalığı yapmaktadır. Bu devlet vazifelerinin yanı sıra “Ağaç” isimli bir de dinî motiflerle bezenmiş bir mecmua çıkartmaktadır.

 

    Bir gün Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun evinde Başbakan İsmet İnönü; Üstad’a “ya hocalık ve müfettişlik vazifelerini bırak ya da dergi çıkartmayı” der. Bu teklif karşısında Necip Fazıl bir an bile düşünmeden, “ Siz iktidarın kuvvetiyle bir tank olup Müslümanları ezmeye çalışıyorsunuz.

 

    Ben ise sizin kuvvetinize kıyasla bir piliç kadar güçlüyüm. Fakat bu zayıf piliç vücudumla sizi durdurmak için Tanklarınızın önüne atlamaktan bir saniye bile imtina etmeyeceğim. Tabi ki devlet vazifelerinden istifa ediyorum” demiştir. Bir gün sonra üniversitelerdeki ve bankadaki vazifelerini bir istifa mektubu ile bırakır. Kendisini tamamen edebiyat sahasına iter.Beylerbeyi’ndeki tripleks villayı boşaltır. Aksaray’da köhne ve ahşap bir binanın giriş katına yerleşir.

 

    Yıllar Necip Fazıl için artık kah zindanlarda kah sürgünde kah ise dışarıda geçmektedir. Ehl-i tarik olan Necip Fazıl Arvasi koluna müntesip bir “Nakşibendi”dir, ve ölene kadar da bu yolu terk etmeyecektir.1950-1960-1970-1980 li yıllar üstad için hep hapis dolu zindan dolu yıllardır. “Büyük Doğu Dergisini” hep, ama düzensiz çıkartmıştır. Bir makalesinde “ALLAH” dediği için bile hapse girmiştir. Malatya’da Hüseyin Üzmez İsimli bir genç devrin büyük yazarlarından Ahmet Emin Yalman’ı vurur.

 

    Bu suçtan dolayı bile Rahmetli Üstad Necip Fazıl İstanbul Erenköy’deki evinden alınır ve hapse atılır. Üstad ne yaparsa, ne söylerse suçtur artık. Memlektetin bir yerinde bir genç birini vursa suçlu olarak yazılarıyla gençliği tahrik etmek matığı ile Necip Fazıl hapse gönderilir. Sistemin kalemlerine göre O potansiyel bir mikroptur. Ve yok edilmesi gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Milli Selamet Partisi’nin, Büyük Doğu Gençlik Kulübü’nün, devrin en mühim öğrenci birliği olan, Milli Türk Talebe Birliği’nin kurulmasında hep ön plandadır.

 

    Türkiye Cumhuriyeti’nde Sultan Vahidettin’i aklayan ilk eser o’nun tarafından basılmıştır. Binlerce Şiir, Roman, Tiyatro eseri, Hikaye, Makale ve tez yazmış ve bunlar için çoğu zaman hapse girmiştir. Der ki, “ Ben en büyüğüm hikaye’de, tiyatro’da, Roman’da, Şiir’de, Makale’de, Polemik’te ben en büyüğüm, varsa bana rakip karşıma eser çıkartsın”. Demiştir. bu sözlerin muhatabı olarak da Din Aleyhtarı kesimi göstermiştir.

 

    Fakat eserlerini okumayan Müslüman kesim bu sözleri üstüne almış ve üstad’ın bu sözlerini bencillik, kibirlilik, ve kendini beğenmişlik alametleri olarak anlamıştır. Halbuki Necip Fazıl bu sözlere şöyle bir açıklama getiriyor; Dünyadan Allah’a giden bir “Kurtuluş” gemisi var. O gemiye binen herkes ve her şey kurtulacak. O gemide bulunan eşyalar dahi emin ellerde olacak.

 

    İşte ben İslam gemisini hemen kapısında olan ve içeriye her girenin ayağını sildiği “PASPAS” olmak iddiasındayım. İşte ben her alanda ve her edebî türde en iyiyim diyor fakat İslam gemisinde de “Paspas” olmak istiyorum. Bir gemi düşünün ki, girişte bulunan paspas bile her alanda en iyi, bir de bu geminin “KAPTAN KÖŞKÜ” var o köşk nasıldır hayâl edin. Demiş ve İslam büyüklerine hitaben ;

 

Sonsuzluk kervanı ardınızda ben

Seksek seken topal köpeğim

 

Sonsuzluk kervanı ardınızda ben… demiştir.

 

 

    25 Mayıs 1983 tarihinde Çapa Tıp Fakültesinde Hakkın rahmetine ve sevgilisine kavuşan Üstadımız Necip fazıl Kısakürek,Sultan Vahidettin’i öven yazılarından dolayı suçlu bulunmuş, devrin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından hapis kararı affedilmemiş ve hapse gönderilmiştir. Hapishane doktoru Çapa Tıp Fakültesine havale eder. Çünkü Kalp yetmezliği, Karaciğer büyümesi, Nefes darlığı, Kronik Bronşit, Hiper Tansiyon, gözlerde görme kaybı, kulaklarda işitme kaybı yaşamaktadır. Ve Bu halinde bile Sistemin tersi şeyleri hapse girme pahasına söylemektedir.

 

    Vefatından 10 gün önce 15 Mayıs’ta bir dostu, kulağına eğilir ve bağırarak, “ Üstad talebelerinden Turgut Başbakan olmuştur” der (Ama seçimler henüz olmamıştır..) Bunun üzerine sanki on gün sonra ölecek olan kendisi değilmiş gibi ellerini genç bir eda ile havaya kaldırır ve, “—Kaldırın beni gün yatmak günü değildir.

 

        Yapacak bir sürü işimiz var. Derhal gazeteyi çıkartmamız lazım” diyecektir. Bugün bu iman ve azim acaba hangi gençte bulunmaktadır. 25 Mayıs 1983 günü sabaha karşı Allah’ına, sevgilisine kavuşan Necip Fazıl Kısakürek, Benim de babamın omuzlarında ve 9 yaşındayken katıldığım “Cenaze Namazından” sonra yüzbinlik bir kitlenin omuzlarında ve tekbir sesleriyle Eyüp mezarlığındaki, hocası Abdülhakim Arvasi hazretleri’nin de hocalık yaptığı “Kaşgari” dergahı yolunda sol tarafa defnedilir.

 

    Hayatı hep Allah uğrunda mücadele içinde geçen Necip Fazıl’ın tek derdi Türkiye’de Kur’an düsturundan sapmayan, İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk, Dışı içine mahkum, içi dışına hakim bir gençlik oluşturmaktı. Bu amacına galiba ulaştı. Elhamdülillah. Üstadım Mekanın cennet ravzan peygamber yanı olsun. Biz bayrağı senden teslim aldık.

 

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes

Ey kahbe rüzgar artık ne yandan esersen es.

 

Dedin ya biz de bu sözlere katılıyor ve YOLUN YOLUMUZDUR” diyoruz.

 

Allah’ın Rahmeti Üzerine Olsun.

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve 19mayisgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.